SIRBİSTAN ( Novi Pazar, Belgrad )

                                                  SIRBİSTAN

Başkent: Belgrad
Nüfus: 7,224 milyon (% 83.3 Sırp, % 3.5 Macar, % 2 Boşnak % 7.2 diğerleri )
Yüzölçümü: 77.474 km2
Para Birimi: Dinar

                                                                     NOVİ PAZAR

                   15 avroya aldığımız otobüs biletiyle saat 22.00’da Saraybosna’dan Sırbistan’ın güneyinde yer alan Novi Pazar’a gidiyoruz. 8 saat süren bir yolculuk. Yolculuğumuzun son 3 günü ve bedenimiz gerçekten çok yorgun. Arkadaşlarım direk Belgrad’a geçip orda dinlemekten yana. Ben de aynı şeyi istesem de diğer yanım Sırbistan’ın farklı kentlerini keşfetmek istiyor. Yoksa bir kayıp sanki bu ülkeyi yeterince gezmemek. Gezi kitabı Lonely Planet’a göz atıp bir rota belirlemeye çalışıyoruz. Novi Pazar dikkatimi çekiyor. Gezmeye değer diyor kitap her ne kadar gezilecek yerlerini belirtmemiş olsa da. Böylece Sırbistan’da güneyden kuzeye çizdiğimiz rotanın ilk durağı Novi Pazar oluyor. Ordan yukarı çıkarak Zlatibor ve sonra Belgrad. Zaman kalırsa Novi Sad’ı da görmek istiyoruz. Arkadaşlarım isteksiz olsalar da kabul ediyorlar.
               Sabah 6 da varıyoruz Novi Pazar’ın derme çatma otogarına. Daha ilk dakikalarda bir hayal kırıklığı oluyor Novi Pazar bizim için. Çevremizdekiler bile ‘Ne işiniz var burada?’ der gibi. Havanın aydınlanmasını beklerken çay içip bir şeyler atıştırıyoruz. Etrafımızdakilere gezebileceğimiz yerleri sorduğumuzda önce boş boş bakıp sonra herhangi bir özelliği olmayan şehir merkezini gösteriyorlar. Pişman oluyorum tüm yorgunluğumuza rağmen buraya gelmekte ısrarcı davranmama. Zlatibor’dan da kuşkulanıyorum bu sefer. Yine çevremizdekilere soruyoruz Zlatibor’un nasıl olduğunu. Kimi görülecek hiçbir şeyin olmadığını söylerken kimi de en güzel şehirlerden biri olduğunu söylüyor. O kadar yorgunuz ki riske atmak istemiyoruz bu defa ve 3 saat Novi Pazar’da geçirdikten sonra Belgrad’a giden otobüse biniyoruz.
               Novi Pazar Müslümanların ağırlıkta olduğu bir kent. Daha çok kendini yeni yeni açmaya çalışan bir ilçe havasında. Yüksek olmayan dağlar ve bir de küçük bir nehir kenarında akan. Bir şehrin uyanışına tanıklık ediyoruz. Bizi ilk karşılayanlar sokakları süpüren çöpçü ağabeyler. Yavaş yavaş insan yüzlerine rastlıyoruz. İngilizce iletişim kurmak neredeyse olanaksız. Şehir bilgi panolarından gezilecek yerleri tespit ediyoruz. Bir han yakınımızda, ancak sabahın bu vaktinde her şey gibi o da kapalı. Bir parka giriyoruz. Dinlenirken dalga geçiyoruz halimizle. Diğer gece yolculuklarının aksine herkes uykusunu almış bu sefer. O yüzden kötü bir durumda bile olsak keyfimiz yerinde, dinç hissediyoruz.
              İlk geldiğimizde bomboş olan kahvehane orta yaşlı amcalarla cıvıl cıvıl. Yanlarından geçip bir dövizciye giriyoruz dinar almak için. Sonra da otogara dönüyoruz tekrar. Acaba başka koşullarda farklı bir etki bırakır mıydı bu şehir bizde? Bu kadar yorgun olmasaydık ya da Saraybosna gibi eşine az rastlanır bir şehirden koşturarak çıkıp buraya gelmeseydik bu kadar hayal kırıklığına uğrarmıydık yine bilmiyorum. Aklımda Zlatibor hala. Ya çok güzel bir yerse? Ya orda görmem gereken şeyler varsa? Bu soruları elimin tersiyle iterek Belgrad otobüsüne biniyoruz.
Novi Pazar yazısını bu şekilde bitirirsem haksızlık yapacağımı hissediyorum. O nedenle, daha blog oluşturmadan yazımı paylaştığım arkadaşımın fikirlerini de eklersem resmin tamamlanacağını hissediyorum.
‘(-) Bu kısım bence pek uygun düşmemiş. Neredeyse Novi Pazar'ı küçümseyici bir yazı olmuş. Unutma ki sen sadece turist gözüyle bakmıyorsun, bir haz alma ve verdiği paraya değen bir alış-veriş değil senin ki. Kalp gözüyle de görmeyi denemelisin. Novi Pazar, yeni pazar demek ve maalesef Karadağ ayrıldıktan sonra, Sırbistan'da kalan Boşnak halkın yoğun yaşadığı bir yer. Şu an ne kadar dışlandıklarını sen düşün. Ayrıca Sırbistan 1.Ligi'ndeki takımlarının (FK NOVİ PAZAR) çoğu maçında pis Türkler diye (biliyorsun ki Türk kelimesi Batı algısında ırk değil, İslam dini demektir. Batıda Müslümanlara hakaret ederken pis Türk derlermiş) rakip takımlar hakaret vari tezahüratlar ediyorlar. Bunu internette çok rahat bulabilirsin ve onlarda Türk ve Osmanlı bayrağını açarak tepki veriyorlar. Anlayacağın orası şu an biraz gerilimli bir hat. Bir de lütfen o gözle tekrar yaz. FK Novi Pazar Takımının Sırbistan ligindeki bir maçından görüntüler; http://www.youtube.com/watch?v=1BdWMZRzGBg

                                                             BELGRAD
Kaleden 'Beyaz Şehrin' yeşil ve mavi kısmını seyrederken
            Novi Pazar’dan Beyaz şehir anlamına gelen Belgrad’a ulaşmamız 5 saati buluyor. Öğleden sonra Belgrad’a varır varmaz ne kadar büyük bir şehirde olduğumuzu fark ediyoruz hemen. Otogardan taksi tutup şehir merkezinde olan Belgrad Modern Hostel’e gidiyoruz direk. 10 avroya kalmaya karar veriyoruz orda. Gece gürültü dışında bir şikayetimiz olmuyor hostelden. Ayrıca her ne kadar aklımda Zlatibor ve Novi Sad’ı görme isteği de olsa sadece Belgrad’da kalmaya karar veriyoruz.
            Vardığımız ilk gün sokaklarda dolaşıp kaleye çıkıyoruz. ‘Kalemegdan’ kesinlikle görülmeye değer en güzel yerler arasında. Kale ve onu çevreleyen park. Kale girişinde savaş müzesi yer alıyor ancak kapalı olduğundan giremiyoruz. Açık alanda sergilenen tank ve diğer savaş malzemeleri yer alıyor. Kaleye çıktığımızda ne kadar da büyük bir alanı kapladığını fark ediyoruz. İnsan vaktini günlerce bu kalenin içinde ya da hemen altındaki parkta geçirebilir. Kalenin kenarlarına dizilmiş manzaranın tadını çıkaran çiftler Belgrad’ın,  tüm Balkanların en romantik insanlarına sahip olduğunu düşündürüyor bize. Yürüdüğümüz pek çok yerde sevgisini hiç belli etmekten çekinmeyen sevgililer… Kale hem içiyle hem de çevresindeki görüntüyle muhteşem bir manzaraya sahip. Güneş, ay, gökyüzü, yer yüzü, yeşil, mavi… Hepsinin en hoş hallerine burada şahit olmak mümkün. Sava ve Tuna nehrinin birleştiği, ağaçların doldurduğu alana bakakalıyoruz uzunca bir zaman. Kalenin bu ucunda 14 metre yükseklikte bir sütunun üzerine dikilmiş Zafer Heykeli yer alıyor. Heykel 1928’de Birinci Balkan Savaşı sonrası Osmanlı İmparatorluğuna karşı kazanılan zafer sonrasında dikilmiş. Çıplak adam görüntüsünde olan heykelin bir elinde gelen tehditleri gözetlemek için bir şahin ve diğer elinde de bu tehditleri yok etmek için tuttuğu bir kılıç var.
      Kaleden çarşaf gibi kocaman bir alana yayılmış parka iniyoruz. Amerikan futbolu oynayan gençler, koşu ya da yürüyüş yapanlar, köpeklerini dolaştıranlar, paten kayanlar, çimenlerde uzananlar, çocuklarını oynatanlar… Kısacası İstanbul’da kendisine hasret kaldığımız bir görüntü!
               Belgrad’da ikinci günümüzde turizm danışmaya gidip bir harita istiyoruz. Şaşırıyoruz haritaya bakınca çünkü Kosova Sırbistan sınırları içerisinde gösterilmiş. İşte o zaman anlıyoruz bir ülkenin, kendinden kopan diğer ülkeyi tanımamasının ne anlama geldiğini.
             Belgrad haritasına bakarak başlıyoruz gezmeye. Turistik yerlerin hepsi birbirine yakın bir mesafede. Osmanlı’ya karşı zafer kazanan Prens Mihailo’nun devasa heykelini barındıran Cumhuriyet Meydanında, dış görünümüyle kendine hayran bıraktıran Milli Müze’yi ziyaret etmek istiyoruz ancak içinde tadilat olduğundan sadece resim sergisinin olduğu bir bölüm açık.  
St Mark Kilisesi

        Büyük bir şevkle Tarih Müzesine varıyoruz bu kez. Ancak bu müze de eylüle kadar kapalıymış. Aynı istikamette birkaç adım sonra Parlamento Binasına denk geliyoruz. Girişler yasak bu binaya. Taş Meydan’a yakın olan St Mark Kilisesi var yol üzerinde. 1835 yılında inşa edilmiş bu kilisenin de çatısı pek çok bina gibi yeşile boyanmış. Kiliseyi ziyaret edip ardından Taş Meydandaki parkta oturuyoruz bir süre.
Nikola Tesla Müzesi

Tesla Bobini
             1952’de yapılan Nikola Tesla Müzesine ilerliyoruz. Müze, 856 -1943 tarihleri arasında yaşayan Tesla’nın bilimsel çalışmalarından, el yazması mektuplarından, kıyafetlerinden küllerine kadar uzanan pek çok  kişisel eşyalarını sergilemek üzere kurulmuş. Önceden kendisine dair hiçbir şey bilmediğim Tesla’ya hayran kalıyoruz. Sıra dışı bir karaktere sahip olan Tesla  'elektriğin kablosuz taşınabilmesi' nin yollarını bulmuş ve ilk defa uzaktan kumanda ile yönetim sistemini bir araca uygulamış. 
 Müzede en çok  ilgimizi çeken Tesla Bobini oluyor. Bobinin kablosuz bir şekilde elimizde tuttuğumuz lambaları yakmasına hayret ediyoruz. Hem havaalanına onun ismini veren hem de bir banknot üzerinde resmini bastıran Sırbistan’ın Tesla’yı neden bu kadar çok sahiplendiğini anlayabiliyoruz. Öldüğünde yirmi altı ülkede kendisine ait üç yüze yakın patenti bulunmaktaymış. Bu arada Thomas Edison ile arasında bir anlaşmazlık ve rekabet söz konusuymuş. Hiç evlenmeyen Tesla 20 yıl boyunca mektuplaşmış Maria adında bir yazarla ve Maria bazı kitaplarını ona ithaf etmiş. Mektuplaşmanın çok özel olduğunu düşündüğüm halde bir türlü devamını getiremediğim için bunu yapabilen Maria ve Tesla’ya çok imreniyorum.
                 Tesla’ dan sonra kendimizi gayet sıradan, basit insancıklar olarak görüp yolumuza devam ediyoruz.  En tepede büyük bir kubbe ve yanlarındaki yarım kubbeleriyle bir camiyi andıran Sava Tapınağını ziyaret ediyoruz. Devasa boyutta çok heybetli görünen tapınak içeri girdiğimizde aynı etkiyi yaratmıyor bizde. Orta çağda yaşayan Aziz Sava için yapımına 1935’te başlanılan tapınak hala tamamlanmış, inşaat gibi duruyor. İçinde tadilat çalışmaları devam ediyor. Araya giren zaman ve savaşlar tapınağa olan hevesi de yok etmiş sanki.
Aziz Sava Tapınağı

                       Akşam olmadan hayvanat bahçesine gidiyoruz. Kanguru ve fil olmak üzere çok farklı coğrafyalarda yaşayan hayvanlar hapsedilmiş buraya. Hediyelik eşya satan dükkana giriyoruz bir arkadaşımla, diğerleriyse devam ediyorlar hayvanlar alemine göz atmaya. Dükkanda çalışan Duşan adlı bir gençle sohbete dalıyoruz Sırbistan tarihine dair. Osmanlı’nın bu ülkedeki yansımalarını merak ediyoruz ve Bosna- Hersek’in aksine bu halk tarafından hiç sevilmediğini öğreniyoruz. Belgrad’ın ele geçirilmesi çok kanlı olmuş. Kosova üzerine konuşuyoruz, bir de Bosna-Hersek üzerine. Savaşa dair kendilerince bazı haklı sebepleri olduğunu iddia ediyor. Medyanın olayları ne kadar manipüle ettiğinden ve Birleşmiş Milletlerin savaş için onları kışkırttığından bahsediyor. Savaşın taraflarını dinlemek tuhaf oluyor. Konuşacak çok şey var. Oysa kararan havayla birlikte ürkütücü sesler çıkartan hayvanlar daldığımız sohbetten uyandırıyor bizi. Birden fark ediyoruz ki hayvanat bahçesi kapanmak üzere ve gündüz gezmesi çok keyifli olan bu yer aniden çok korkunç görünüyor bize. Arkadaşımla el ele tutuşup koşuyoruz çıkış kapısına doğru kalbimiz güm güm atarken. Kapıda görevlinin elinde anahtar yanında arkadaşlarımızla bizi beklediğini görünce çok rahatlıyoruz. Hayvanlara yem olmaktan kurtuluyoruz böylece. J
Sırbistan'a göre 1. Dünya Savaşında ülkelerin ruh hali ;)
                   Belgrad’da son günümüz. Bir turist için iki günde gezilip bitirilecek bir şehir olmasına rağmen çok seviyorum ben bu şehri. Hem her büyük şehir gibi pek çok olanak sunuyor hem de insanların nefes alabileceği, spor yapabileceği parklarla bir yaşam alanı yaratıyor. Boğulmuyor insan burada ya da sessizliği dinlemek için uzaklara kaçmak zorunda hissetmiyor. Büyük binaların, alışveriş merkezlerinin içine sıkışmıyor. Bir ailenin birlikte huzurla yaşayabileceği ideal bir şehir gibi geliyor bana.

               Son günümüzde bir turist olarak değil de oraya yerleşmiş biri gibi takılmak istiyoruz. Parkta masa tenisi oynayanlara katılıyoruz biz de ve gün kararıncaya kadar orada kalıyoruz. Küçük çocuğuyla masa tenisi oynayan bir baba, liseli bir genç, orta yaşlarında ayaklarında patenle sırasını bekleyen başka biri ve diğerleri… Çok uzun zamandır birbirimizi tanıyormuş gibi. Keşke daha erken karşılaşsaymışız diyoruz. Ama sahip olduğumuz anla yetinmeye çalışıyoruz. Hava kararıyor. Dağılıyoruz. Akşam bira festivali var şehirde. Merak edip gidiyoruz oraya. Rock müziği ve şehrin pek çok yerinden akın akın gelen gençler. Kimi çiftler çocuklarını da almış yanlarında. Sanki tüm şehir buraya akmış gibi. Çok durmayıp ayrılıyoruz oradan.  İstiklal Caddesini andıran daha geniş caddelerde tur atıyoruz sonra. Son gecemiz bu şehirde.

             Sabah vakti,  bir de gitme vakti. Bu şehirden gitmek bir şeyleri yarıda bırakmak gibi, sevdiğin bir yemeği bitirememek ya da bir romanın sonunu getirememek gibi. Belki de tam da böyle hissederken ayrılmalı, bırakmalı bir şehri. Kendisine doyamadan...

Hiç yorum yok: