GURBETİN SEYİR DEFTERİ

İlk harfleri dokurken bile inanasım gelmiyor sonunda gezilerimden bir blog oluşturacağıma. Benim gibi hamurunda sabır eksik olan ve teknolojinin bu denli insan hayatının içinde olmasından ürken, bilgisayar başında oturmasını bile pek beceremeyen biri için zor bir başlangıç. Ama insanın yaşadıklarını unutulmaz kılmaya çalışması üstün geliyor işte! Bazen bazı anları beynimin bir yerine mıhladığımı düşünüyorum ama hafızam zamanla el ele verip yarı yolda bırakıyor beni. İnsanlar, yerler, yaşananlar solup gidiyor ne yazık ki… Gerçi hakkını yememek gerek, iyi ki ‘unutmak’ var şu dünyada.  Ama hatırlanmaya değer anların da hakkını vermek lazım. Ben de bunu pek beceriksizce de olsa burada yapmaya çalışacağım.
Gezmek? Mısır’da karşılaştığım gezgin bir gencin sözleri:’ Piramitleri gördün de ne oldu, ne değişti?’ Hiçbir şey olmuyor aslında insan.  Ne daha çok insan oluyoruz ne de daha az kusurlu.  Ama madem bir bardaklık ömür verilmiş bize onu en iyi şekilde yudumlamak düşer, lakin yaşamın içine o kadar dalıp gidiyoruz ki yaşamın kendisini unutuyoruz çoğu zaman.  Yaşam gezmek değil sadece elbet; bir bardak çay içmek, o içtiğin çaydan keyif almak,  bir şarkıya kapılıp gitmek ve âşık olmak, ayağına giren krampın acını hissetmek, sevdiğin sporu yapmak, çalışmak, öğrenmek, kusurlarımızla didişmek… Hepsi, her şey hayat işte! Yeter ki biz durmayalım. Her yeni günü, her günkü gibi geçirmeyelim. Ahh keşke bu sözleri söylemek kadar kolay olsaydı diyor hemen diğer yanım, zayıf yanım… Bir monolog değil miyiz zaten her birimiz? Ömrümüz bu monologun taraflarının arenası belki.
İnsan gezdikçe kendi küçülüyor, dünya kocaman oluyor gözünde. Yaşanacak ne çok şey var, görülecek ne çok yer, tanıyacak ne farklı insanlar… Bildikçe cahilleşiyor insan. Her geziden sonra öğrenmem gerekenler birikiyor.  Meğer evle iş arasında yürüttüğümüz hayatın dışında bambaşka hayatlar nefes alıyor ya da belki bir benzeri hayat ama o benzeri hayata bile başka bir mekânda şahit olmak ayrı keyifli.